Tarık Demirkan / Budapeşte
Yolsuzluklar nedeniyle haklarında hapis cezası verilen eski muhafazakâr hükümet üyesi içişleri bakanı Mariusz Kaminski ve yardımcısı Maciej Wasik’in açlık grevine başlamasının ardından Polonya’da gösteriler yapıldı.
Cuma günü başkent Varşova’da gerçekleştirilen gösteriler 2015 yılından beri iktidarda bulunan ve geçtiğimiz Ekim ayındaki seçimlerde en çok oyu almasına rağmen, parlamentoda çoğunluğu sağlayamayan Adalet ve Hukuk Partisi’nin (PİS) çağrısıyla gerçekleşti.
Parlamento önünde gerçekleşen gösteriye, Adalet ve Hukuk Partisi sözcülerine göre 200 bin, hükümete göre ise 30 bin kişi katıldı.
Eski Başbakan Mateus Morawiecki Polonya’da artık sorunun “sadece siyasi özgürlük değil, demokrasinin de tamamen ortadan kaldırılması olduğunu” savundu.
Gösteride söz alan Hukuk Ve Adalet Partisinin lideri Jaroslaw Kaczynski ise tutuklanan siyasetçilerin serbest bırakılmalarının yaşamsal öneme sahip olduğunu, Polonya’da komünizne geri dönüşe asla izin verilmeyeceğini vurguladı.
Ana eksen milliyetçiliğe dönüş
Dün gerçekleşen gösterilerin en belirgin özelliği, Polonya muhafazakâr siyasetin ana ekseninin milliyetçi çizgilere oturmasıydı.
Daha önceki dönemlerde öncelikle dini motifleri öne çıkaran muhafazakar kesimin gösterilerinde bu kez ana eksen “Alman emperyalizmine” karşı Polonya’nın savunulmasıydı.
Göstericiler “Bağımsız Polonya” ve “Alman Emperyalizmine Hayır” sloganlarının yanı sıra, sık sık da “Tusk Almanya’ya” sloganları attılar.
Ekim 2023 seçimlerinde muhalefet cephesinin başına geçerek parlamentoda çoğunluğu ele geçiren Donal Tusk hakkında seçim kampanyası sırasında da sık sık atalarının Leh değil, Alman kökenli olduğu iddiaları ortaya atılmıştı.
Dünkü gösterilerde de aynı slogan, bu kez “Alman emperyalizmi” sloganıyla birleşerek tekrar gündeme geldi.
Muhafazakar muhalefet neden sokaklara döküldü?
Seçimlerde en büyük parti olarak çıkmasına rağmen iktidarı kaybeden Adalet ve Hukuk Partisi, iktidarı kolay bırakmayacağının işaretlerini hemen seçim sonrasında vermişti.
Seçimleri kazanan Donald Tusk’un en büyük vaadi, 8 yıl süren muhafazakâr iktidar döneminde büyük yıkıma uğrayan Polonya demokrasisini yeninden inşa etmekti. Tusk bunun için ise, gerekirse en sert adımları atmaktan kaçınmayacağını da vaat etmişti.
Donald Tusk seçim vaatlerini yerine getirmek için zaman kaybetmedi. Seçimlerin hemen ardından önceki hükümetin yargı mekanizmasını ele geçirme girişimi olarak tanımlanan yargı reformunu iptal etti, o dönemde işbaşına getirilen bazı yargıçları da görevden aldı.
Ardından da hükümetin propaganda mekanizması haline getirilen Polonya Devlet Televizyonu ve Radyoları kurumunun tüm yönetimini bir gece içinde görevden aldı. Haber merkezlerini tümden yeniledi.
Dünkü gösterilerde de bu iki ana konu gündemdeydi. Devlet televizyonlarındaki hızlı kadro değişimi ve yargı mekanizmasına yapılan müdahale muhafazakâr kesim tarafından “diktatörlüğe dönüş” olarak tanımlandı.
Polonya’daki dönüşüm modeli dikkatle izleniyor
Polonya’da kızışan iktidar savaşları hem Avrupa Birliği ve hem de bölge ülkeleri tarafından dikkatle izleniyor.
Avrupa Birliği, geçtiğimiz dönemde hukuk devleti kurallarını ihmal ve ihlal ettiği ve otoriter bir yapı oluşturduğu için Polonya hükümetini sert biçimde eleştirmiş ve Polonya’ya yapılan yardımları geçici olarak kesme kararı da almıştı.
Diğer yandan, Polonya örneği, demokratik yollardan iktidara gelen bir partinin, yine anayasa ve demokratik yapıyı kullanarak toplumsal yapıyı nasıl otoriterleştirebileceğini göstermesi açısından da bir model olarak değerlendiriliyor.
Bugün Polonya örneğinde gündeme gelen temel sorun şu: acaba Polonya’da muhafazakâr dönemde oluşturulan otoriter yapı demokratik yollardan dönüştürülebilecek mi? Demokrasinin sınırlarını aşmadan tekrar hukuk devleti yaratılabilecek mi?
Bu konuda da kuşkular var. Polonya’da yeni hükümetin demokrasiye dönüş adı altında attığı adımların fazla radikal bulunması da endişeler yaratıyor.
Geçtiğimiz günlerde Helsinki İnsan Hakları Varşova Vakfı temsilcileri, her ne kadar PIS döneminde Polonya’da devlet medyası hükümet propagandasının sözcüsü haline gelmiş olsa da, hükümetin bu alanda attığı radikal adımların şüphelere yol açtığını da vurgulamıştı.