‘Doğu Asya’da savaşın fitilini ateşleyecek ülke Çin değil, Japonya’

Doğu Asya, son yılların en sert jeopolitik dönüşümünü yaşıyor. Tayvan Boğazı’ndan Kore Yarımadası’na, Japonya’nın anayasal sınırlamaları zorlayan askeri hamlelerinden ABD’nin belirsiz Pasifik politikalarına kadar bölgede her hattı gerilim belirliyor. Çin, Japonya, Güney Kore ve ABD arasındaki güç mücadelesi yalnızca bölgesel rekabetten ibaret değil; okyanus ticaret yollarından savunma teknolojilerine, nükleer kapasite tartışmalarından yükselen aşırı sağ akımlara kadar geniş bir jeopolitik alanı yeniden şekillendiriyor.

Japonya’nın nükleer silah edinme tartışmalarının yeniden gündeme gelmesi Pasifik’teki dengeleri her zamankinden daha kırılgan hale getiriyor. Tayvan’daki iç siyasi bölünme, ABD’nin “stratejik belirsizlik” yaklaşımı ve bölge ülkelerinin güvenlik kaygıları ise gerilimi besleyen unsurlar arasında.

Pasifik’teki güç dengelerini, Japonya’nın silahlanma arayışını, Tayvan merkezli jeopolitik gerilimin köklerini Dr. Barış Adıbelli ile konuştuk.

‘Bölgede bir savaş çıkarsa bunun nedeni Japonya olacak’

Dr. Barış Adıbelli, Doğu Asya’da olası bir savaşın nedeninin Çin değil, milliyetçi refleksleri yeniden güçlenen Japonya olacağını söyledi. Shinzo Abe ekolünde yetişen Takaichi’nin göreve gelmesiyle Tokyo’nun milliyetçi, Çin karşıtı çizgiye hızla döndüğünü belirten Adıbelli, şunları kaydetti:

“Benim her zaman söylediğim bir şey var. Eğer bu bölgede bir gün savaş çıkacaksa, bu Çin nedeniyle değil, Japonya nedeniyle olacak. Bunu ben her zaman söylüyorum. Japonya zoraki bir şekilde dizginlenmiş, zincirlere vurulmuş bir ülke. Bir gün o zincirleri kıracak, bundan emin olabilirsiniz. Şimdi Takaichi’ye gelince aslında çok masum başlamadı. Yani orayı takip edenler olarak onun nasıl bir çizgiden, nasıl bir düşünce okulundan geldiğini biliyoruz. Shinzo Abe’nin talebesi. Shinzo Abe Japonya’nın en milliyetçi başbakanıydı. Şu anda milliyetçilik adına Japonya’da yaşanan Çin karşıtlığı, Kore karşıtlığı ve ABD ile farklı boyutta ilişkilerin geliştirilmesi tamamiyle Shinzo Abe’nin 2006’dan beri izlemiş olduğu politika. Kendisi de şüpheli bir suikastta kurban gitti. Hala da onu aydınlatamadılar. Bu bir şekilde bir meczubun üzerine yıkıldı. Çok gariptir, ev yapımı bir silahla öldürürdü. Bunların hepsi ayrı bir mesajdı. Burayı anlamadan bu tarafı anlamak biraz zor. İşte bu Takaichi bizzat Shinzo Abe’nin yakın çevresinde yetişmiş isimlerden bir tanesi. Dolayısıyla göreve geldiğinde zaten bizim tahminlerimiz bu yönde adımlar atacağını, Çin ile son iki başbakanın yakalamış olduğu nispeten barış havasını bozacağını tahmin ediyorduk ki, tam da tahmin ettiğimiz gibi çıktı. Yani evet, Trump’a ılımlı, Trump’a gülücükler dağıttı, mavi boncuklar verdi, birbirleriyle hediyeleştiler. Çünkü kafalar aynı. Ne dedi? ‘Ben çok iyi gördüm başbakanı, Shinzo Abe’nin felsefesini benimsemiş’ dedi. Yani Shinzo Abe’yle Trump çok yakın dosttular. Çünkü kafa aynıydı. Mesela Shinzo Abe Biden’la anlaşamıyordu. Ama Trump’la anlaşıyordu. Çünkü ikisinin de kafasında Çin’le hatta Rusya’yla mücadele vardı.”

‘Japonya köprüyü geçene kadar bekliyor’

Japonya’nın Anayasal engelleri aşarak yeniden tam bir askeri güç ve nükleer kapasiteye yöneldiğini söyleyerek Tokyo’nun ABD’ye karşı “köprüyü geçene kadar bekleyen” bir strateji izlediğini belirten Dr. Barış Adıbelli, Japonya’nın gelişmiş teknolojisi nedeniyle hızla nükleer silah üretebileceğini söyledi:

“Gelinen noktada Japonya’nın yeniden bu bölgede silahlanması, aslında mesele bu. Anayasanın dokuzuncu maddesi ulusal ordunun bulundurmasını yasaklıyor. Öz kuvvetler dedikleri veya işte bir şekilde 280 bin kişiden oluşan, bizim jandarma benzeri, sahil güvenlik benzeri iç ve sınır güvenliğini sağlayan bir gücü var. Bu bir ordu değil. Ama Japonya’nın ciddi manada hava kuvvetleri, deniz kuvvetleri falan bu şekilde yok. Dokuzuncu madde, yani Amerikalıların 1945 sonrası yazıp dayattığı Anayasa buna izin vermiyor. Şimdi bu anayasayı değiştireceğiz diyor. Pentagon istemiyor. Japonya’nın niyetlerinden emin değiller. Çünkü Japonya’da başka bir öfke daha var. Bakın önceki Başbakan Kişida ‘Ben, babaannemin Hiroshima ve Nagasaki’ye atılan atom bombalarının hikayesiyle büyüdük. Onun anlattığı hikayelerle büyüdük. Yani bir kuşak hatta birkaç kuşak böyle büyüdü’ dedi. Onun için Amerika’ya aslında derinden bir öfke, bir kin var. Onun için bir nevi köprüyü geçene kadar bekliyorlar. Şimdi Japonya başka bir şey istiyor. ABD’ye ‘Sen bize nükleer silah verme. Bizim önümüzdeki engeli kaldır. Biz bir hafta içerisinde 2 bin 400 başlık yaparız’ diyorlar. Bunu nükleer uzmanlar söylüyor. Neden? Şu anda Amerika’nın balistik füze teknolojisi yok. Tamamen Japonya üretiyor. Patriotları, İsrail’in demir kubbesini. Hatta uzay mekiklerini uzaya götüren füzeler, bunların kartları, bellekleri, her şeyi Japonya üretiyor. Dolayısıyla hipersonik füzeyi bile birlikte ürettiler. Japonya istiyor ki ‘ben nükleer silahlara döneyim’

1967’lerde, 60’ların sonlarında ‘3 hayır’ var Japonya’da nükleer ile ilgili. Üretmeyeceğim, buldurmayacağım, topraklarıma da sokmayacağım. Şimdi deniyor ki ‘ABD nükleer silahı versin’ Takahichi istiyor. Sonra Takahichi sözü değiştirdi. ‘Tamam, bize nükleer silah ürettiği izin vermiyorsanız o zaman Amerika bizim topraklarımıza nükleer silah getirsin’ Madem nükleer denizaltı yapması için Güney Kore’yle anlaştınız, Avustralya’ya yaptırıyorsunuz. Sırada Japonya var, benim etrafımda bir Çin var, Rusya var, Kuzey Kore var. Çinliler de ‘revizyonist Japonya’ diye çok ağır eleştirilerde bulundular. Özellikle revizyonizme dikkat çekerim. Bizim uluslararası ilişkilerde revizyonist ülkeler II. Dünya Savaşı’nda savaşında Nazi Almanyası, Faşist İtalya ve İmparatorluk Japonyasıydı. Çin bunu da hatırlatırcasına tekrar o dili kullanıyor.”

‘Takaichi sandıktan kaçıyor, milliyetçilikle tribünlere oynamaya çalışıyor’

Takaichi’nin demokratik meşruiyet arayışından uzak durduğunu, erken seçim çağrılarını reddederek “zaman kazanma” stratejisi izlediğini söyleyen Dr. Adıbelli, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Çok ilginçtir, geri adım atmadı Takahichi. Takahichi’nin demokrasiyle falan uzaktan yakından ilgisi yok. Çünkü göreve gelir gelmez partinin yaşlı kanadı dediler ki ‘hemen seçimlere git, erken seçim yap. Doğrusu budur. Sandıkta vatandaşın da oyunu al, güven oyunu al, desteğini al gel’, Takaichi ‘Hayır. Zamanını bekleyeceğim’ dedi. Mesela bu noktada çok büyük eleştirilere de neden oldu. Mesela şu anda Takahichi bunları istiyor ama bunu Çin’de söylüyor. ‘İyi de sen sandığın iradesini yansıtmıyorsun, sen oyla gelmedin. Sen atamayla gelmiş bir isimsin. Git sandıkta kazan gel’ diyorlar. Ki kazanamayacağını biliyorlar. Yani Takahichi falan bunların hepsi boş rüzgâr. Yani seçimlerde Takahichi gibi birinin çok da fazla şansı yok. Biraz da tribünlere oynayarak, biraz milliyetçiliğe oynayarak olası bir seçimde kendi adaylığını garantileme adına uğraşıyor. Bakın Shinzo Abe’nin kardeşi de var, sanma bakanlığı yapıyordu. Mesela Shinzo Abe’nin kardeşi bu toplara, bu mücadeleye girmiyor. Aslında abisinin mirasını devam ettirebilir. Shinzo Abe derken babası, büyük babası, bunların hepsi başbakan. Savaş kahramanı bir dedenin torunu. O kabinede görev yapmış insanların torunu. Hem anne hem babadan çok önemli bir asil aileden gelen bir isim. Dolayısıyla başbakanlığa geldiğinde Asya Pasifik’te alarm zilleri çaldı.”

‘Tayvan krizi Japonya–Çin hattında eski defterleri yeniden açtı’

Dr. Adıbelli, Japonya’da Takaichi’nin milliyetçi çıkışlarının bölgedeki gerilimi artırdığını belirterek Tayvan meselesinin ilk kez Shinzo Abe döneminde sertleştiğini hatırlattı. Japonya’nın tarihsel olarak Çin ve Kore’de açtığı derin yaraların yeniden gündeme gelmesinin tehlikeli olduğunu söyleyen Dr. Adıbelli, askeri kısıtlamalar kalkarsa Japonya’nın yeniden büyük bir güç olarak “patlamaya hazır bir volkan” gibi beklediğini vurguladı:

“Takaichi Tayvan üzerinden yürüyor ama bakın esas bu Tayvan meselesini ilk Shinzo Abe dile getirdi. ‘Eğer Tayvan’a müdahale ederse, Japonya ve ABD tabii ki hareket eder, biz de müdahale ederiz’ dedi. O günkü Çin Dışişleri Bakanlığı ‘Tayvan’a uzanan elleri kırarız’ dedi. Bakın, ilk sert açıklama Shinzo Abe döneminde oldu. Yani ilk defa Çin böyle, diplomatik dili aştı. Sonra işte başkonsolos Takaichi’ye, Japonya’daki Osaka başkonsolosu, Çin başkonsolosu cevap verdi. Acaba bu diplomatik kriz midir, bir özüm mü gelir derken, Çin Dışişleri Bakanlığı, Pekin’deki Japonya Büyükelçisi’ni çağırdılar. Ultimatom gibi bir kınama söylediler, ne oluyor dediler. Ardından da Dışişleri Bakanlığı sözcülerinin hele bir tanesi vardı ki, bir döküm yayınlanmış, Japonya’nın 1945’te Çin’e yaptıkları. Ne kadar tahıl aldı, kaç kişiyi öldürdü… bu bölge çalışanlar olarak, bu geçmiş dosyaların yeniden ortalığa saçılması en büyük korktuğumuz şey. Çünkü çok büyük bir öfke ve acı var. Örneğin Japonya, Çin’den özür dilemedi. Kore’den özür dilemedi. Meselenin tarafı sadece Güney Kore değil, Kuzey Kore de benzer. O yüzden mesele Japonya olduğu zaman unutmayalım. Güney Kore, Kuzey Kore, Çin aynı düzleme gelirler. Çünkü birlikte Japon emperyalizmine karşı savaştılar. Çin’in o antifaşist savaşın zaferi, aslında sadece Çin’den değil, Çin Komünist Partisi’nin çatısı altında, Koreli gerillaların, birliklerin de, vatanseverlerin de mücadelesine şahit oluyor. Hep beraber kurtardılar bölgeyi. O yüzden şimdi burada Japonya’nın bu nefret dili, öfke dili, ayrıştırıcı dili, sadece Çin’i bir tarafa itmeye neden olmuyor. Ya bilerek ya bilmeyerek Güney Kore’yi de, Kuzey Kore, Çin, hatta Rusya hattına itiyor. Çünkü Rusya’yla da Japonya’nın çok barışçıl bir dil paylaştığını düşünmüyoruz. İşte en son Putin’in bir hamlesi oldu, yani Kuril Adaları meselesinde hala bir barış anlaşması yok. Japonya yanaşmıyor. Çünkü Japonya bunu iç siyasette de kullanıyor. Seviyor da bunu kullanmayı. Özellikle ABD’yi yanına çekme babında kullanıyor. Biz Japonları böyle hani ılımlı, sessiz, barışsever insanlar olarak biliyoruz. Evet, öyleler. Türkiye’nin ilişkileri de gayet iyi. Ama şunu unutmayalım; Japonya muazzam bir potansiyeli olan bir yer. Askeri anlamda önündeki set kaldırılırsa Pasifik’te hep Çin, Kuzey Kore üzerine kurulan meşhur bir senaryo var. Ben 20 yıldan beri Japonya diyorum. Yani bir volkan gibi zamanı gelince patlayacak. Bunu göreceğiz. Çünkü bunu başaran bir ulus. 1850’lerden bir köylü toplumundan 1910’a geldiğimizde Pasifik’in en büyük askeri imparatorluğunu, dünyanın da en önemli gücünü kurmuş olan bir halk. Dolayısıyla bu halk sıfırda tekrar bunu yapma kapasitesine sahip. Bugün daha fazla bu şansa sahipler. Ben buna inanıyorum.”

‘Pasifik uluslarının Japonya’ya karşı birleştiği gün de gelebilir’

Dr. Adıbelli, Pasifik’teki ittifakların çok kırılgan olduğuna dikkat çekerek, ABD-Japonya ortaklığının ileride yön değiştirebileceğini ve bölge ülkelerinin Japonya’ya karşı birleştiği yeni bir jeopolitik tabloyla karşılaşılabileceğini ifade etti. Washington’da Japonya’ya karşı derin endişelerin de yattığını belirten Dr. Adıbelli, şunları kaydetti:

“Trump’ın Asya turu kendi ülkesindeki ana akın medya tarafından iç boş olarak nitelendirildi. Demokratların Azınlık Lideri Chuck Shummer da ‘Orada ne yaptınız? Hiçbir şey yok, boş yere gittin, boş yere geldin. Nihayetinde bir şey elde edemedin’ dedi. Doğru. Trump Çin’e bir meydan okuma yaptı. Trump’ın sistemi şu; bir kriz yaratıyor, o krizi kendi çözmek için bir mesai harcıyor, kendi yarattığı krizi çözdükten sonra da zafer ilan ediyor. Ben onun için sahte kabadayı dedim. Çin’e bir meydan okudu, gitti Şi Cinping’le karşı karşıya gelmeye çalıştı, Çin’den bir araba dayak yedi ve apar topar Kore’den kaçtı. Güney Kore, Busan’daki zirveden sonra kendi kurduğu APEC’in liderler zirvesine dahi katılmadı. Apar topar kaçtı, hiç de acil bir işi yok. Yani sahte kabadayı. Fakat perdenin arkasında Amerika’daki aktörler, güçler pek de onun kadar korkak değiller. ‘Bu Japonya silahı Çin’e karşı kullanacaksınız ama ya bu silah geri teper de bize dönerse?’ diyorlar. Her başkana aynı şeyi söylüyorlar. Ya bu silah bize dönerse, yani Japonya bir gün hesaplaşma… gelin şu defterleri açalım, şu işin rövanşını bir kotaralım’ derse. Ki, ben Çin’in bu denklemi çok iyi okuduğunu, çok iyi takip ettiğini, hatta yani mümkün olursa belki bir gün ABD-Japonya bağının da bir şekilde kopabileceğini söylüyorum. Pasifik’te dengeler çok hassas, pamuk ipliğine bağlı. Bugün bir ABD-Japonya ortaklığı görüyorsunuz ama bir gün gelir, oradaki ortaklık ABD-Çin ortaklığına dönüşür ve Japonya karşılığıyla karşılaşırsınız. Yani Japonya’ya karşı Pasifik uluslarının birleştiği bir günü de görürsünüz. Biz bunu gördük. Tarih, uluslararası ilişkiler için çok önemli. Hem bizim için hafızadır hem de bir laboratuvardır. Daha önce denenmiş, görülmüş şeylerdir. Yani tarihte yaşanan olaylar geleceğe de ışık tutar. Onun için bir defa daha tekrar etmemesi için ABD’nin bence ciddi anlamda bir fren mekanizması var. Onun için Trump böyle bir çıkıyor, coşuyor ama ardından birileri onu geri çekiyorlar. Fakat şunu da unutulmamalı. Müesses nizam Çin’i bir noktada tutmak istiyor. Çin düşmanlığı da Amerika’nın lehine bir iş değil. Yani ne Rusya ne Çin. Hatta mümkünse burada adı sanı duyulmamış, beklenmedik ülkelerin meydan okumalarına karşı bu üç büyük gücün birlikte bölgede hareket etmesi daha iyi olur düşüncesi içerisindeler. Özellikle işte bu noktada ad vermiyorlar ama, Hindistan ve Japonya; bu iki ülkeden biraz endişe duyuluyor. Bence de her ikisinden de duyulması lazım. Bugün Hindistan sessiz sedasız, çok fazla bir şey demiyor ama günü geldiğinde Hint Okyanusu’nu kapatacak, oranın kontrolünü alacak. Hint Okyanusu da en önemli deniz yollarının, enerji yollarının geçtiği yer. Yani bugün Tayvan neyse, Tayvan Boğazı neyse orası da öyle.”

‘Tayvan Boğazı’nın kontrolü bölgesel güç mücadelesinin merkezinde’

Dr. Adıbelli, Tayvan’ın yüz yılı aşkın süredir bölgenin en kritik jeopolitik hattı olduğunu vurgulayarak adanın hem Çin hem Japonya hem de ABD açısından “boğazı tutan kilit nokta” haline geldiğini söyledi. Tayvan Boğazı’na hâkim olan ülkenin enerji ve ticaret yollarını kontrol ettiğini belirten Adıbelli, ABD’nin Biden döneminde benimsediği “stratejik belirsizlik” politikasının da bu rekabeti daha öngörülemez bir düzleme taşıdığını ifade etti:

“Tayvan hiçbir zaman Japonya’nın olmamış. Çin’le Japonya 1894’te bir savaşa tutuşuyorlar. 1895’te savaşta Çin kaybediyor. İmzalanan Shimoneseki Antlaşması’yla savaş tazminatı olarak Ada Kore ile birlikte Japonya’ya geçiyor. Ondan sonra Japonya burada bir sömürge yönetimi kuruyor, 45’e kadar. O dönem savaş kabinesi ne diyor biliyor musunuz? ‘Tayvan’ın kaybı Japonya’nın boğazına bir hançerin saplanması anlamına gelir’ diyor. O derece önemli. Çünkü Japonya’ya dışarıdan gelen enerji, yiyecek her şey bu boğazdan geçiyor. Bu bir. İki; o kadar önemli ki 1950’de General Douglas MacArthur, ‘Tayvan ABD için batmayan bir uçak gemisidir’ demiş. Tayvan öyle bir yerde ki ona sahip olmak için herkes çıldırıyor. Yani Filipinler bile belki gücü yetse Tayvan’ı almak isteyecek. Güney Kore gücü yetse almak isteyecek. Çünkü orayı alan kendisini güvene alıyor. Petrol, gıda, Batıdan her türlü ihtiyaç o boğazı kullanarak geliyor. Orası kimin elindeyse sizin boğazınızı da tutuyor demektir. Dolayısıyla bu ada yüz yıllar boyunca Çinlilerin yaşadığı, aynı bizim Kıbrıs’a benzer bir ada. Dolayısıyla tarihi vesikalar ortada. II. Dünya Savaşı’ndan sonra büyük güçlerin verdiği kararlar ortada. Zaten dünya tek Çin politikasını tanımış, Çin’in ayrılmaz bir parçası diyor. Ama Amerikalılar Biden döneminde bir şey icat ettiler, stratejik belirsizlik. Bu stratejik belirsizlik nasıl bir şey? Yani ne olduğu da belli değil. Trump bu silah satışını onaylamayacak ama müthiş bir baskı geldi Trump’a. Yani bu F-16 ile ilgili paketler vs.”

‘Tayvan’daki kriz iktidarın politikalarından kaynaklanıyor’

Tayvan geriliminin Çin’den değil, adadaki azınlık iktidarının iç politik hesaplarından kaynaklandığını belirtti. Mevcut yönetimin toplumun genel eğilimini temsil etmediğini vurgulayan Adıbelli, Batı’nın diplomatik hamleleriyle fiili bir bağımsızlık yaratmaya çalıştığını ancak Çin’in bu “tuzağa” düşmeyeceğini söyledi.

“Tayvan sorunu şu; şu andaki iktidar olan partinin ortaya çıkardığı bir sorun. Yani bu partiyle net bir şekilde başladı. İktidar şu anda çoğunlukta değil. Aslında muhalefet birleşseydi çok büyük, muazzam bir oy almıştı. Fakat muhalefet partileri son seçimlerde birleşemedi. Azınlık iktidarı olarak geldi. Dolayısıyla adayı tam temsil etmiyor. Ve Çin bunu bildiği için sakin durmasının nedeni bu partinin adadaki genel eğilimi yansıtmaması. Onun için bu partinin hezeyanları. Ama bu parti Batılılarla, yabancı güçlerle işbirliği kurar, bir komplonun içine girerse işte o zaman Çin de buna müdahale eder. Yoksa Çin ‘ben silah kullanarak adayı bağlayacağım’ demiyor. Zaten ada Çin’e bağlı. Çin kendisinden ayrı görmüyor. Şimdi Batılılar öyle bir diplomatik oyunlar oynuyor, öyle bir Ali Cengiz oyunları oynuyor ki ‘Çin kendine bağlayacak’ diyorlar. Yahu ada zaten Çin’e bağlı. Şimdi orada bir fiili bağımsızlık yaratmak için uğraşılıyor. Fakat Çin bu tuzağa düşmüyor.”

‘Japonya’da aşırı sağ yükseliyor’

Aşırı sağın yalnızca Avrupa ve ABD’de değil, Japonya’da da belirgin şekilde yükseldiğini belirten Dr. Adıbelli, bölgede güç dengelerinin kırılganlaştığını ve birçok ülkenin bu nedenle Çin ve Rusya eksenine yakınlaşabileceğini ifade etti:

“Japonya’da Takaichi’ler bitmeyecek. Yeni nesil daha milliyetçi olarak geliyor. Yani aşırı sağ sadece Avrupa’da, Avusturya’da, Hollanda’da, Ukrayna’da yükselmiyor. Aşırı sağ Amerika’da da yükseldi. Bunun en büyük temsilcisi Trump. Aşırı sağ Japonya’da da yükseliyor. Muazzam bir aşırı sağ var, Z kuşağı var. Hayır diyebilen Japonya’yı hatırlarsınız. Bunun ilk başlatanı Japonlar oldu. Yani ‘artık hayır diyelim’. Muhalefet parti liderinin ‘biz sömürgeyiz. Kabul edin artık bunu’ açıklaması da aslında bir durum tespitinden öte toplumu harekete geçirme adına… Milliyetçilik ve aşırı sağ geçerli akçe haline geldi siyasette. Ama Japonya’da daha önce milliyetçiliğin Pasifik’i nasıl bir felakete sürüklediğini gördük. Pasifik halkları da tekrar böyle bir felaket görmek istemiyorlar. Bunun Amerika’nın sevmeyeceği sonucu şu olur; Pasifik halkları en güçlü kimse onun yanında saf tutar. O da şu anda Çin olarak gözüküyor. Çin ve Rusya’nın yanında saf tutarlar ki Amerika Japonya ikilisi bize yaklaşmasın.”