“`html
Birinci Dünya Savaşı ve Osmanlı’nın Süreci
Birinci Dünya Savaşı, 1914 yılında Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun oluşturduğu İttifak Devletleri ile Fransız, İngiliz, Rus, İtalyan ve dünya dışından Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri arasında patlak vermiştir. Osmanlı İmparatorluğu, 2 Ağustos’ta Almanya ile gizli bir antlaşma imzalarken, aynı gün Türkiye’nin tarafsızlığını ilan edip seferberliğini de duyurmuştur. Anlaşılan o ki, savaş için bir bahane gerekmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Savaş Stratejisi
İngiliz donanmasının peşine takılan Goeben ve Breslau savaş gemileri, Çanakkale Boğazı’ndan geçerek Marmara’ya girdiğinde, Osmanlı’nın savaşa girmesi ile sonuçlanacak siyasi bir kriz doğar. Babıali, bu gemileri satın aldığını açıklayarak Türk donanmasına katıldığını duyurur. Bu durum, İtilaf Devletleri tarafından büyük bir tepki ile karşılanır. İngiliz hükümeti, Osmanlı’nın bağımsızlığının korunacağı ve parasal destek sunulacağına dair güvence verirse de, Osmanlı hükümeti bu teklifleri reddeder.
Bu hareket, Osmanlı yönetiminin savaş için kesin bir karar vermiş olduğunu ortaya koyar. Osmanlı Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Souchon, Enver Paşa’nın izniyle, Yavuz ve Midilli gemileriyle Osmanlı donanmasını Karadeniz’e gönderir (23 Ekim). Burada bazı Rus gemileri batırılır ve Odesa, Sivastopol, Novorossiysk ve Teodosya limanları bombardımana tutulur (2 Kasım). Ardında, Rusya Osmanlı Devleti’ne savaş açar; ertesi gün, İngiliz donanması da Çanakkale Boğazı’nı bombardımana tutarak Osmanlı’ya savaş ilan eder (5 Kasım).
Türkiye’nin Cihat Süreci
Çok geçmeden padişah, tüm dünya Müslümanlarının halifesi olarak cihat ilan eder (14 Kasım). Kısacası, Türkiye savaşın tam ortasındadır. Avrupa cephelerinde, Almanya’nın yükünü hafifletmek adına Türkler tarafından birçok cephe açılacaktır: Kafkasya, Filistin, Suriye, Irak gibi yerlerde ağır kayıpların verildiği ve büyük fedakarlıkların sergilendiği savaşlar gerçekleşir. Bu süreçte, en önemli zaferlerden biri Çanakkale’de kazanılmıştır. Kafkas cephesindeki Rus ordusunun, Osmanlı Devleti’ne karşı saldırı başlatması için İngiliz hükümeti devreye girer (2 Ocak 1915). Winston Churchill, Çanakkale’yi uygun biraskeri hamle noktası olarak belirler ve harekete geçilir. İtilaf Devletleri saldırı düzenlerken, Türkler ise savunmada kalacaklardır.
Çanakkale Savaşlarının Seyri
Bu süreç, “Çanakkale Savaşları” ifadesi ile sembolize edilir; bu, Birinci Dünya Savaşı sürecinde Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmeye yönelik İngiliz-Fransız ortak harekâtına karşı Osmanlı’nın gerçekleştirdiği savunma mücadelesini ifade eder. Savaşlar, 1915 Şubat’ından 1916 Ocak’ına kadar devam ederken, İtilaf Devletleri ilk saldırıyı denizden yaparlar.
İtilaf Donanması’nın Kayıpları
Boğazın coğrafi yapısı, Türk savunucuları tarafından mayınlanmıştır. Müstahkem mevkilerin komutası ise Miralay Cevat Bey (Çobanlı) tarafından yürütülmektedir. İngiliz-Fransız filosu ilk saldırıyı yoğun top atışı ile başlatır. 12 zırhlıdan oluşan filo, iki büyük saldırının ardından (19 ve 25 Şubat) karaya asker çıkartarak ilerlemeye çalışır fakat geri çekilmek zorunda kalır. Devam eden günlerde (7, 8 ve 10, 11 Mart), İtilaf donanması Türk tabyalarını hedef almakta ve 18 Mart’ta büyük bir saldırı planlamaktadır. 18 Mart 1915 sabahında saat 11:00’de, 18 büyük zırhlı ile muhripler boğaza girer. Amiral Robeck, İngiliz filosunu; Amiral Gupratte ise Fransız filosunu yönetmektedir. 506 top, Türk tabyalarını 6 saat boyunca aralıksız vurur. Ancak, İngilizlerin Irresistible ve Ocean zırhlıları ile Fransız Bouvet zırhlısı, top ve mayınlarla batar. diye geri çekilmek zorunda kalırlar, bu kayıplar İtilaf donanmasını büyük oranda zayıflatır.

Hüzün İle Dolu Bir Dönem
Ortaya çıkan tablo, üzerinde düşünmemiz gereken bir karanlık durum yaratır. Haydarpaşa Garı’ndan işgal güçlerinin gemileri arasından geçerek Sirkeci yönüne ilerleyen Mustafa Kemal’in duygu durumu, anlaması zor olmayacak kadar açıktır. Çanakkale’de İngiliz ve müttefiklerine ağır dersler veren Türk ordusu, düşmanın geri çekilişini izlerken, hüzün ve acı hissetmesi oldukça doğal bir durumdur. Şehit düşen onbinler için harcanan çabaların bir anlamda boşa gittiğini düşünmek, şimdi düşmanın İstanbul’a kadar girebildiğini görmek, onun için büyük bir içsel çatışma yaratıyordu. İşte bu duygularını ifade eden kelime…
‘Geldikleri gibi giderler’

Yeni Yollar ve Seçenekler: İstanbul Dönemi
13 Kasım 1918’de İstanbul’a gelen Mustafa Kemal, 16 Mayıs 1919’da buradan ayrıldı; bu süre zarfında birçok önemli görüşme ve organizasyon gerçekleştirmiştir. İttihat Terakki ve Hürriyet ve İtilaf Partisi ileri gelenleri ile ilişkiler kuran Mustafa Kemal, Anadolu’dan gelen komutanlarla da sürekli irtibat halindeydi. Basınla olan ilişkilerine önem veren Mustafa Kemal, Minber isimli gazetede başyazarlık yapmıştır.
Mustafa Kemal, yabancılarla diyalog kurmaktan da geri durmamış; padişah Vahdettin ile olan ilişkisini sürdürmüş ve bu dönemde altı kez bir araya gelmiştir.
Bu acılı ve sıkıntılı altı ay boyunca, alternatif yollar aramak için de çaba göstermiştir. Olup bitenleri değerlendiren Mustafa Kemal, siyasi yeteneklerini bu süreçte göstermiştir.

Üç Ana Aşama
Mustafa Kemal’in İstanbul’daki faaliyetleri üç temel aşamada şekillendi.
-
Siyasi Girişimler:
Bu aşamada, Mustafa Kemal hükümette yer almak ve Harbiye Bakanı olabilmek için çalışmalara girişmiştir. Sivil giysilerle meclise giderek milletvekilleri ile toplantılar yapmıştır.
-
İhtilalci Darbe Girişimleri:
Barışçıl yolların sonuç vermemesi üzerine, Mustafa Kemal ihtilalci yöntemlere yönelmiş ve Kuvay-ı Milliyecilerin oluşturacağı bir hükümet tesis etmek için harekete geçmiştir. Bu amaçla bir İhtilal Komitesi kurmuşlardır.
-
Anadolu’ya Geçiş Kararı:
Her iki yöntemin de başarılı olmaması sebebiyle Anadolu’ya geçiş planları yapmaya başlamış ve bağımsızlık mücadelesinin kadrosunu oluşturma çalışmalarına girişmiştir.
Mustafa Kemal, İstanbul’daki siyasi ilişkilerini sürekli sıcak tutmuş; padişah ile ilişkilerini korurken, aynı zamanda çeşitli çevrelerle de bağlantılarını sürdürmüştür.

Bilinmeyen Altı Ay
Atatürk’ün Nutuk’una “1919 yılı Mayıs’ının 19’uncu günü Samsun’a çıktım” cümlesiyle başlaması, sonrasında 1927 yılına kadar uzanan bir dönemi kanıtlarla detaylandırır. Oysa, Atatürk’ün Samsun’a gitmeden önce geçirdiği altı ay, ilerleyeceği bağımsızlık mücadelesinin temellerinin atıldığı çok önemli bir süreçtir. Çünkü bu süre zarfında gerçekleştirdiği eylemler, Anadolu’daki savaşın hazırlık aşamasını şekillendirmiştir.
Gazete Yazıları
Bu döneme ait anıların, hem Nutuk’un bir tamamlayıcısı hem de öncesinin aydınlatıcısı olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. İngiliz Devlet Arşivi Belgeleri gün yüzüne çıktığında, Padişah Vahdettin ve Damat Ferit’in ihanetlerine dair pek çok bilgi ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda, Mustafa Kemal’in İstanbul’daki altı ayında yaptığı siyasi çalışmalar büyük önem taşımaktadır.
Mustafa Kemal, 6 ay içerisinde, 6 kez Padişah Vahdettin ile bir araya gelmiştir. Bu süreyi işgal güçlerinin varlığında geçiren Mustafa Kemal ve arkadaşları, kurtuluş için çözümler aramıştır. İşte bu tarihi dönemin bilinmeyen detayları, ulusal bağımsızlık savaşının hazırlıklarını anlamamızda kritik bir rol oynamaktadır.

Kuvayı Milliye Destanı ve Büyük Taarruz
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki, şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden, güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü. Paşalar onun arkasındaydılar. O, saati sordu. Paşalar: “Üç”, dediler. Sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.
Nazım Hikmet Ran
“`