Küresel güç dengeleri bir kez daha sarsılıyor. Washington’un uzun yıllardır sürdürdüğü tek kutuplu dünya düzeni arayışı, Asya-Pasifik hattında ciddi bir dirençle karşı karşıya. ABD Başkanı Donald Trump’ın öngörülmez ve baskıcı siyaseti, Pasifik’teki ittifaklarını dahi zor durumda bırakırken, Çin lideri Şi Cinping’in istikrarlı ve uzun vadeli vizyonu dünya sahnesinde farklı bir denge inşa ediyor.
Son yıllarda yaşanan ticaret savaşları, teknoloji ambargoları ve jeopolitik rekabet yalnızca iki süper gücü değil, küresel ekonomik yapıyı da dönüştürdü. APEC ve Alaska zirveleri, bu dönüşümün en belirgin yansımaları haline geldi. ABD tarafı Çin’i çevrelemeye çalışırken, Pekin yalnızca direnmekle kalmadı; nadir toprak elementleri, ilaç ham maddeleri ve çip teknolojisi gibi stratejik kozlarıyla Washington’a geri adım attırdı.
Bu süreçte Çin-Rusya iş birliğinin pekişmesi, uluslararası sistemde yeni bir eksenin doğduğunu gösteriyor. Çok kutupluluk artık bir diplomatik söylem değil, fiili bir gerçeklik haline geldi.
Buna karşılık, Avrupa Birliği kendi içinde parçalı bir görüntü sergiliyor. Fransa ‘stratejik özerklik’ten söz ederken, Almanya enerji ve güvenlik bağımlılığı nedeniyle ABD çizgisinden kopamıyor. Ukrayna savaşı, bu bağımlılığı daha da derinleştirdi; Avrupa’yı ABD’nin askeri ve ekonomik politikalarına endeksli bir kıta haline getirdi.
Bugün sahnede Çin, Pasifik merkezli kapsayıcı ve çok kutuplu bir ekonomik düzen inşa etme kararlılığını sürdürüyor.
ABD-Çin arasında ticaret savaşları noktasında bir yıllık ateşkesi, Trump-Şi zirvesi sonrası küresel durumu ve bunların Avrupa’ya yansımalarını ANKASAM Başkanı Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol ile konuştuk.
‘Trump’ın üslubu Çin duvarına çarptı’
Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, Trump’ın tehdit ve gösterişe dayalı siyaset tarzının Şi Cinping’in kararlı duruşu karşısında etkisiz kaldığını söyledi. Erol’a göre Çin liderinin net tavrı, Trump’ı “duvara toslatan” bir dönüm noktası oldu ve artık Washington’ın Pekin’le daha farklı bir dil geliştirmesi kaçınılmaz görünüyor:
‘Psikolojik üstünlük Çin’de’
Alaska Zirvesi’nden bu yana çok kutuplu dünya düzeninin belirginleştiğini dile getiren Prof. Erol, Rusya ve Çin’in, Batı’nın gerilediği bir dönemde uluslararası sistemin yeni odak noktası haline geldiğini kaydetti:
‘Trump’ın elde ettiği kazanımlar anlamını yitirdi’
Trump’ın Asya turunda elde ettiği ekonomik kazanımların Şi Cinping görüşmesi sonrası anlamını yitirdiğini belirten Prof. Erol’a göre, Trump ticaret savaşlarında geçici bir ‘ateşkes’ görüntüsü verse de Washington, hedeflerinden vazgeçmiş değil:
‘Çin’in üç kartı Trump’ı geri adım attırdı’
Prof. Erol, Şi Cinping’in ticaret savaşlarında yalnızca üç stratejik unsuru öne sürmesinin bile ABD’yi geri adım atmaya zorladığını söyledi. Prof. Erol, Çin’in elindeki nadir toprak elementleri, ilaç ham maddeleri ve çip üretimi gibi kozlar, Washington’a Pekin’in ‘kolay lokma olmadığını’ açıkça gösterdiği görüşünde:
‘ABD bulanık suda balık avlamak istiyor’
ANKASAM Başkanı Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, Washington’un tek kutuplu düzeni korumak için küresel sistemi bilinçli biçimde kaosa sürüklediğini kaydeden Prof. Erol, Şi Cinping’in APEC Zirvesi’ndeki konuşmasına dikkat çekti ve sözlerini şöyle sürdürdü:
“Birleşik Devletler bulanık suda balık avlamak istiyor, yani suyu iyice bulandırmak istiyor. Burada G-2 ifadesi Çin ve diğer aktörler açısından çok masumane bir anlam taşımıyor. Arka planda çok daha farklı bir düşünce var. Bakıldığında burada şöyle bir husus var; bugün Birleşik Devletler çok net bir şekilde tek kutuplu bir dünyayı hedefliyor, bunu hepimiz biliyoruz. 11 Eylül sonrası başlattığı süreçte. Çin ise diğer aktörleri de içinde barındıran, burada Şi Cinping’in dört inisiyatifi çerçevesinde de temel sütunlarını bulan çok kutupluluğu merkeze alan yeni bir dünya düzenine atıfta bulunuyor. APEC Zirvesi’nde Şi Cinping konuşurken Pasifik üzerinden yeni dünya düzeni ile ya da yeni uluslararası sistemin inşası ile ilgili şu ifadeyi kullandı: ‘Dönüşüm’ dedi. Bakın, değişim değil. ‘Dünya büyük bir dönüşüme doğru evriliyor’ dedi. O yüzden buradaki mevcut sistem üzerinde bir takım makyaj ya da aperatif çözüm arayışlarının sonuç getirmeyeceğini, o yüzden dünyanın çok daha köklü bir değişim ve dönüşüm sürecine hazır olması gerektiğini ve bunun merkezinde de Pasifik’in yer aldığını belirtti. Bu kapsamda Şi Cinping’in altını çizdiği bir diğer husus da şuydu; ‘Çok net bir şekilde sanayi ve tedarik zincirlerinin istikrarını korumalıyız’ dedi. Bu Birleşik Devletler’in dünyada tekrar hegemonyayı sağlama ya da devam ettirme noktasında 2K, yani kaynaklar ve koridorlar noktasına karşı Şi Cinping ‘Bu konuda tekeli, inisiyatifi Birleşik Devletler’e bırakamayız’ dedi. Dolayısıyla Asya-Pasifik ülkeleri olarak, en temelde APEC olarak burada inisiyatif almak zorundayız dedi.
İkincisi; ‘Açık ve kapsayıcı bölge ekonomisini inşa etmeliyiz’ dedi. Bugün Birleşik Devletler’in en temel kaygısı gücünü tesis ettiği ekonominin, ki ekonomik anlamda gücünün iki temel ayağı söz konusuydu: biri Avrupa, biri Pasifik. Dolayısıyla Cinping çok net bir şekilde, Trump’a adeta cevap verir mahiyette ‘Kendi aramızda ekonomik iş birliğini artırmalıyız ve bölgesel entegrasyonu daha da derinleştirme mecburiyeti ile karşı karşıyayız’ dedi. Bu, Amerika’nın en temel endişesi ve bu anlamda oyunu bozmaya dönük yaklaşımlarına Cinping’in önümüzdeki süreçte nasıl bir strateji izleyeceği ile ilgili verilen önemli ipuçlarıydı.”
‘Çin nezdinden G-2’nin bir karşılığı yok’
Prof. Erol, ABD’nin G-2 önerisinin Çin için “kontrollü bir tuzak” anlamına geldiğini söyledi. Erol’a göre Pekin, bu planı reddederek Rusya ile ittifakını güçlendirdi ve Washington’un iki kutuplu düzen arayışını boşa çıkardı:
‘Avrupa etkisiz eleman konumunda’
Avrupa’nın Çin karşısında bağımsız bir politika geliştiremediğini dile getiren Prof. Erol Fransa’nın stratejik özerklik arayışında, Almanya’nın ise güven kaybı içinde olduğunu belirtti. ABD’nin Ukrayna krizi üzerinden Avrupa’yı ekonomik ve askeri açıdan kendine bağımlı hale getirdiğini belirten Erol, şunları söyledi:
“Oval Ofis’te gördük, fazlasıyla uysal bir Avrupa vardı. Çin’e karşı Fransa Cumhurbaşkanı Macron çok net ifade etti zaten; ‘Stratejik özerklik elde etmemizin yolu Çin ile olan ilişkilerden geçiyor’ dedi. Bu anlamda Çin ziyaretinde de bunu çok net bir şekilde ifade etti. Almanya Çin’in kapısını çok aşındırdı ama umduğunu bulamadı. Çünkü Almanya çok güven telkin eden bir aktör konumunda değil. Almanya ve Fransa mukayesesi yaptığımızda Fransa daha duruşu olan bir ülke gibi ön plana çıkıyor. Çünkü bakıldığında gerçekten Macron ile birlikte bir büyük Fransa inşa süreci Macron’un aklında, stratejik zihninde ama bunu yapabilme kabiliyeti çok zor. Almanya’ya gelince İkinci Dünya Savaşı sonrası itibariyle elleri, kolları, zihni, her şeyi iğdiş edilmiş ve bir anlamda etkisiz hale getirilmiş bir aktör. Dolayısıyla Avrupa’nın genel anlamda şu anki duruşu zaten etkisiz eleman pozisyonunda. Belki önünde bir Çin fırsatı vardı ama bunu değerlendirebileceği kanaatinde değilim. Bu noktada Çin’in her ne kadar birtakım çıkışları olsa da Birleşik Devletler Rusya-Ukrayna krizi ile birlikte özellikle Almanya ya da Fransa liderliğinde Avrupa Birliği’ni ve NATO’yu büyük ölçüde kontrol altına almış vaziyette.
Bunun dışında ben Avrupa Birliği’nin bağımsız bir tavır sergileyebileceği kanaatinde değilim. Zaten Avrupa Birliği de burada kendisine bir kurtuluş veya çıkış ifadesi olarak şunu ön plana çıkartıyor; ‘Biz Avrupa Birliği olarak ABD ve Çin’e karşı olan teknoloji bağımlılıktan kurtulmalıyız. Kendi teknolojimizi inşa etmeliyiz’ diyorlar. Geçmiş olsun. Bu konuda bir kere en güçlü olduğu ekonomisinin bile zayıflığı 2008’den bu yana ciddi anlamda test ediliyor. Bu ciddi anlamda bir ekonomik alt yapı gerektiriyor. Avrupa’da bunu karşılayabilecek kaynak da yok. Çünkü özellikle Fransa Afrika’dan kovuldu, daha başka yerlerden kovuluyor. Bu anlamda şu an kaynaklarının önemli bir kısmını da Rusya-Ukrayna savaşına aktarıyorlar ya da Birleşik Devletler’in dış ticaret açığını kapatmakla meşguller. Amerika’ya devamlı diyet ödüyorlar. Bunu hem birebir silah alım satımları hem enerji bağımlılığı noktasında, bir de Amerika NATO üzerinden maliyetleri artık Avrupa’ya ödetiyor. O yüzden burada Avrupa’nın güçlü anlamda teknolojik yatırım yapabilmesi için AR-GE kaynağına ihtiyacı var, bu yok. Bir de Avrupa’daki insanlar artık Avrupa’dan kaçıyor. Avrupa’da bir gelecek göremiyorlar. Artan ırkçılık, yabancı düşmanlığı Avrupa’daki diğer etnik ya da dini kimliğe sahip olan insanları farklı coğrafyalara itiyor. Bu anlamda da Avrupa’yı sosyo-ekonomik açıdan ve önümüzdeki süreçte siyaseten çok güvenli bulmuyorlar. Bu da insan kaynağı olmaksızın yapabileceğiniz bir projenin olamayacağı anlamına geliyor.
Bakıldığında bugün, ABD ve Çin arasında sıkışmış ve büyük ölçüde ABD politikalarının ipoteği altında olan bir Avrupa var. Bu anlamda da ABD, Çin, Avrupa bağlamında bir pozisyon ortaya koymaya çalışacaksak şu an oyunun büyük ölçüde kaybedeni Avrupa.”